top of page

Antiseptikten Konu Nerelere Geldi?

ree

Geçenlerde parmağımı kestim.

Evet, hem de baya derin kestim yani.

Antiseptiği alıp pansuman yaparken aklıma kim geldi dersiniz? 😄

Descartes.


Hani şu “Düşünüyorum, öyleyse varım” diyen 17. yüzyıl filozofu.😊

Belki de ilk defa, onunla bu kadar somut bir bağ kurdum —

çünkü o an düşündüğümden çok acıyı hissediyordum!!!


Ve dedim ki: “Ah Descartes, düşünce kadar acı da gerçek, hem de çok!”


🧠 Aklın Saltanatı


Descartes’ın yaşadığı dönem, aklın krallık kurduğu bir dönemdi.

Her şey mantıkla, düşünceyle açıklanmalıydı.

Beden?

Haz?

Duyular?

Onlar hep gölgede kaldı.


Epicurus’un antik çağda “akıllıca haz” dediği şey bile modern felsefenin soğuk akıl duvarlarında yankılanamadı bir zamanlar.


Haz temelli yaklaşımlar ancak yüzyıllar sonra;

Nietzsche’nin yaşamı kutsayan sözleriyle,

Freud’un haz ilkesine dayalı insan çözümlemeleriyle görünür olmaya başladı.


Belki de bu yüzden Emre Yılmaz şöyle diyor:


“Var olmak için düşünmek yerine haz duysaydı bu adam (Descartes), insanlık beş yüzyıl kaybetmeyebilirdi.” (Şeytanın Fısıldadıkları)


Ne doğru, değil mi?

Çünkü düşünceyi merkeze almak, bedeni susturmak anlamına gelmiş o dönem.


Bu yüzden ben de o antiseptiği sürerken bedenin de varlığın bir parçası olduğunu hatırlatmak istedim Descartes’e.

Hatta söylendim “Bak,” dedim, “Beden de var. Hem de çok gerçek. Ve çok acıyor!”


💭 “Düşünce eylemle sınanır, varlık zamanla.”


Descartes’ın 1646’da Pierre Chanut’ye yazdığı bir mektupta söylediği bir cümle var:


“İnsanların gerçekten ne düşündüklerini öğrenmek için,

söylediklerinden çok yaptıklarına dikkat edin.”


Ne kadar zamansız bir cümle bu!


İşte burada biraz gülümsedim.

Çünkü düşünceyi varoluşun temeline koyan Descartes, sonunda davranışa, yani eyleme vurgu yapıyordu...


Kendi içinde bir tezat mıydı,

yoksa düşüncenin bedende sınandığını fark eden bir önsezi mi?

Belki de ikisi birden.


Çünkü düşünce, ancak eylemle anlam kazanıyor.


Bir şeyi savunmak kolay — ama yaşamak, onu bedende hissetmek, bambaşka bir seviye.


Ve belki de varoluş dediğimiz şey tam burada başlıyor:

Sadece düşünmekte değil, hissetmekte;

sadece bilmekte değil, farkında olmakta.


📖 Ruhun Tutkularına Giriş: Şüpheyle Başlayıp Hayranlıkla Bitirmek


Descartes’ı hep “soğuk aklın filozofu” olarak görürdüm diyorum ya.

Aslında ta ki Ruhun Tutkuları kitabını okuyana kadar.

Okurken içimden “Ben bunu neden daha önce okumadım?” dedim.

Sonra hemen ardından şu geldi:

“Acaba okuyan kaç kişi gerçekten sindirebildi?”


Çünkü bu kitap sadece felsefi bir metin değil; adeta bir duygu atlası.

O güne kadar şüpheyle yaklaştığım Fransız matematikçi, filozof abimiz

bu eserinde tutkuları altı temel gruba ayırıyor:

hayranlık, sevgi, nefret, arzu, neşe, üzüntü.


Ama mesele sadece sınıflandırmak değil — asıl büyü, zihnin ve bedenin birbirini nasıl etkilediğini anlatmasında.


Özellikle 11. maddede,

zihnin bir şeye karar verdiğinde, “hayvani ruhlar” (animal spirits) dediği sinirsel akımların kaslara iletilmesini ve nasıl harekete geçirdiğini anlatıyor.

İşte ben bu maddeye düştüm. Ya biz aslında ne kadar karmaşık ama bir o kadar da muhteşem bir sistemiz?


🎾 Felsefe mi, Spor mu?


Sosyal medyada çok konuşulan o görüntüyü hatırlarsınız.

Tenisçi Zeynep Sönmez,

bir maç molasında çantasından kitap çıkarmıştı.


Muz yerine Descartes! 😄


“Okuyorum, öyleyse varım” diye yorumlar bile yapılmıştı.

Ve ben dedim ki: İşte tam da bu!


Çünkü Ruhun Tutkuları sadece filozoflar için değil,

bedeniyle yaşayan, düşünen, hisseden herkes için bir rehber.


Zihnin bedene komut verdiği o anlar,

sadece kortta değil, hayatın her yerinde yaşanıyor.

Bir karar verirken, bir adım atmadan önce, bir duyguyu bastırmaya çalışırken…


Bir sporcu kortta nasıl zihniyle kaslarını uyumlu hale getiriyorsa,

biz de hayatın içinde aynı şeyi yapmaya çalışıyoruz aslında.


Zihin bir sinyal gönderiyor,

beden yanıt veriyor.

Tutkular tam da bu arada doğuyor.


❤️ Tutkuların Anatomisi


Descartes’ı okurken kendime sık sık şu soruyu sordum:

“Ben şu an hangi tutkuyla hareket ediyorum?”

Ve daha önemlisi:

“Bu tutku bedenimi nasıl etkiliyor?”


Hayranlık mı beni durduruyor,

yoksa arzu mu harekete geçiriyor?


Bazen birine öfkelendiğimizde bedenimizdeki gerginliği fark ederiz ya —

işte o, tutkuların bedensel izi.


Yani tutkular kötü değil; sadece dengeyi bulmamız gerekiyor.


Bazen soğukkanlı bir akıl bizi kurtarır;

bazen de kalp atışlarımızın ritmi, bize en doğru yolu gösterir.


☕ Derinleşmek Hala Mümkün


Ekranlar, bildirimler, algoritmalar…

Hepsi “bir saniye daha bende kal” diyor.

Ama inanıyorum derinleşmek hala mümkün.


Bir mola anında, bir günün sonunda, ya da bir kararın eşiğinde…

Kendini dinlemek, tutkularını anlamak, zihni sakinleştirmek — hepsi hala bizim elimizde.


Bazen bir filozofun 1600’lerde yazdığı cümle,

bugünün hız çağında kulağa en güncel şey gibi geliyor.


Ve bazen bir sayfa kitap gerçekten bir muzdan daha çok enerji veriyor. 💫


🌿 Çok yazdım yeter:


Zihin ve beden birbirine karşı değil,

aslında aynı müziğin iki farklı ritmi.

Biri olmadan diğeri eksik.

Ve ikisi de geçici...


O yüzden, düşünürken hissetmeyi;

hissederken düşünmeyi unutma Pelocum. 💚


Ve ara sıra kendine sor:

“Ben şu an hangi tutkuyla hareket ediyorum?”


Belki de o cevap, senin mini bir Descartes yolculuğun olur. ✨

 

 
 
 

Yorumlar


Post: Blog2_Post

Takip Et

  • Facebook
  • Twitter
  • LinkedIn

©2022 by hangipelin. Proudly created with Wix.com

bottom of page